15 Kasım 2008 Cumartesi

Biz Biriz İşte

Bu hır gür, bu savaş nereye dek?
Sen bensin işte, ben senim işte.

Zengin yoksulu hor görür, ne diye?
Sağ soluna yan bakar, ne diye?
İkisi de senin elin, ikisi de,
peki, kutlu ne, kutsuz ne?

Gerçi sarhoşum, yıkılmışım ama
doğru laf etmedeyim,
erkekçe konuşmadayım.

Ortada kendinden başka kimse komadan
girmeli cenge
kendi kendisiyle bile.

Hırsı bırak, kendini boş yere harcama.
Şu toprak altında çırak da bir, usta da.

13 Kasım 2008 Perşembe

GENE GEL

Gene gel, gene.
Ne olursan ol,
ister kafir ol, ister ateşe tap, ister puta,
ister yüz kere tövbe etmiş ol,
ister yüz kere bozmuş ol tövbeni.

Umutsuzluk kapısı değil bu kapı;
nasılsan öyle gel.


Ne Müslümanlığa yer var, ne kafirliğe yer.

Sebep Sensin

Birini anacaksam
ne yapar yapar seni anarım.
Ağzımı açacaksam
senden bir şeyler anlatmak içindir.
Keyfim yerindeyse
bil ki sebep sensin.
Bir hile yapmak istediysem
senden öğrenmişimdir, ne yapayım!

Yeniliğe Doğru

Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti, cancağızım,
ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.

Halimiz Tamam

Tekmil medreseler, minareler bir gün yıkılmayacaksa,
iman küfür olmayacaksa bir gün,
küfür bir gün imanın yerine geçmeyecekse,
işte o zaman halimiz tamam:
Bir daha ne kalenderliğin yolu yordamı bulunur,
ne de dünyamıza layık bir adam.

Bence ne farkı var?

Gönlü saf sufiyim ben,
benim tekkem alem,
medresem dünya benim.
Değilim abalı sufilerden.

İster yakarış eri ol sen,
meyhane eri ol istersen,
bundan sanki ne çıkar?
Yok cumartesiymiş, yok cumaymış,
bence ne farkı var?

Gerçeğin tadını alan er
ne altına aldırış eder,
ne kalender tacına bakar.
Ne tasası vardır, ne kini.

Ey Tebriz'li hak Şems'i,
yüzünü göstermeseydin sen,
yoksul çaresiz kalırdı kulun;
ne gönlü olurdu, ne dini.

Şu Aşıklara Bir Bak

şu aşıklara bir bak hele:

Bahçeden daha güler yüzlü onlar,
gülden daha güler yüzlü.
Bilgiden daha doğru,
akıldan daha hünerli,
serviden daha hür.
Ölmezlik suyundan daha arı, duru.

Diken içindeler,
ama gül gibiler.
Gece içindeler,
ama sabah gibiler.

Davalar, düşmanlıklar, kavgalar yok

İçki, eğlence, tad sarmış şehrimizi.
Elinde bir kadeh var her sarhoşun.
Kimi doymuş, rahat, kendinde.
İçkiye doğru koşmakta kimi.
Gürül gürül süt ırmağı bir yanda,
bir yanda gürül gürül bal nehri.

Pek acayip bir şey bu:
Bir şehirde padişah bir tane olurdu,
gökyüzünde ay bir tane.
Bu şehir padişahlarla dolu,
gökyüzü aylarla, zuhallerle.

Sen haydi koş var git hekimlere,
orda işiniz yok de sizin.
Orda ne dermansızlık, ne dert var, de.
Orda ne gam, ne kasvet var, de.
Orda ne kadı, ne vali.
Ne bey, ne beyin vergicisi.

Davalar, düşmanlıklar, kavgalar zaten
denizlerin üzerinde hiçbir zaman yürüyemedi.


Bu ırmakta ne ölmek var bize,
bu ırmakta ne gam var, ne keder var, ne dert.
Bu ırmak alabildiğine yaşamaktan,
bu ırmak iyilikten, cömertlikten ibaret.

Durma, çabuk gel, gelmem deme.
Ne evet demek yaraşır sana, ne hayır.
Senin şanına sadece gelmek yaraşır, dostum,
senin şanına sadece gelmek yaraşır.

Ne zaman?

Ne zaman bu addan sandan geçeceğiz, ne zaman?
Can meclisinin halkasına ne zaman hep birden girip oturacağız?

Dudağımıza tek bir kadeh dokundurmadan
ne zaman içeceğiz büyük dostumuzun huzurunda can şarabını,
ne zaman içeceğiz, ne zaman?

Ne zaman diyeceğiz can sakisine, uzat elini.
biz bu yana göçtük artık,
armağanlar getirdik sana.

8 Kasım 2008 Cumartesi

İsyan

Ben öyle bir zerreyim ki,
bütün aleme isyan etmişim.
Havaya, toprağa isyan etmişim.
Ateşe, suya isyan etmişim.
Altı yöne isyan etmişim.
Beş duyuya isyan etmişim.

Baktım na buraya kadar tövbenin içindeyim,
dedim tövbelerime tövbe

Ey Balçık Dünya

Seni bildim bileli,
ey balçık dünya,
başıma nice belalar geldi,
nice mihnet, nice dert.
Seni sırf beladan ibaret gördüm,
seni sırf mihnetten, dertten ibaret.

İsa'nın yurdu değilsin sen,
yayıldığı yersin eşeklerin.
Nerden tanıdım seni bilmem ki,
nerden parçası oldum bu yerin?

Bana vermedin bir yudum tatlı su,
sofranı yaydın yayalı.
Elimi ayağımı bağladın gitti,
elimin ayağımın farkına varalı.

Bırak da bir ağaç gibi
yerin altından çıkarıp ellerimi
sevgilinin havasıyla sarmaş dolaş olayım,
uzayıp gideyim bari.

Ey çiçek, dedim çiçeğe,
dedim, bu küçük yaşta sen,
neden ihtiyar oldun bu kadar,
dedim, nasıl oldu bu böyle?

Çocukluktan kurtuldum, dedi çiçek,
sabah rüzgarını tanıyalı,
hep yukarı doğru çıkar
yukarlardan gelmiş bir ağaç dalı.

Şunu da söyledi çiçek:
Madem aslımı tanıdım,
madem yersizlik alemi aslım,
artık bana tek bir şey düşecek:
Yücelip aslıma gitmek.

Sus yeter artık,
var git yokluğa haydi,
yoklukta yok ol.
Git, yokluklardan tanı
yokluktan var olanı.

2 Kasım 2008 Pazar

Kendime Yediremem

Düşman saçma sapan laflar eder,
duyar can kulağım.
Benim için kötü şeyler düşünür,
görür can gözüm.
Üzerime köpeğini salar,
ısırır köpek ayağımı,
çok acılar çekerim, çok acılar.
Köpek değilim, onu ısıramam,
ısırırım dudağımı.

Büyük kişilerin sırlarına ortağım,
gene de na şu kadar övünemem.
Bütün ayıplar bende ama,
ne yapıp yapmalı,
ulaşmalı dostlara,
geride kalmayı kendime yediremem.

Bu dönüşün sebebi ne?

Gönül buğday tanesine benziyor,
bizse değirmene.
Değirmen nerden bilecek
bu dönüşün sebebi ne?

Ağıt

Göz gamın ne olduğu bilseydi,
gökyüzü bu ayrılığı çekseydi,
padişah bu acıyı duysaydı;
göz gece demez gündüz demez ağlardı,
gökler yıldızlarla, güneşle, ayla
gece demez gündüz demez ağlardı,
padişah bakardı ününe,
tacına, tahtına, tolgasına, kemerine,
gece demez gündüz demez ağlardı.

Gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı,
uçan kuş avlanacağını bilseydi,
gerdek gecesi bu özlemi görseydi;
gül bahçesi hem güle gem dağa ağlardı,
uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı,
gerdek gecesi öpüşmeye, sarılmaya ağlardı.

Zaloğlu bu zulmü görseydi,
ecel bu çığlığı duysaydı,
celladın yüreği olsaydı;
Zaloğlu savaşa, yiğitliğe ağlardı,
ecel bakardı kendine ağlardı,
cellat, yüreği taş olsa, ağlardı.

Kumru, başına geleceği duysaydı,
tabut, içine gireni bilseydi,
hayvanlarda bir parça akıl olsaydı;
kumru selviden ayrılır ağlardı,
tabut omuzdan giderken ağlardı,
öküzler, beygirler, kediler ağlardı.

Ölüme Gittin

Kucağın güllerle doluydu senin,
ayın on dördü bir yüzün vardı.
Kopup halkasından dostlar meclisinin,
o aşağılık, o bayağı yere sen,
o karıncaların, yılanların yanına
ne oldu, nasıl oldu da gittin?

Hoştun, güzeldin, eşin yoktu senin,
insanları hemen elde ederdin.
Ama kalktın çıktın bir uzun yolculuğa,
insanları yiyen toprağa gittin.

Ağlaya inleye sen gittin ama,
gökler de arkandan durmadı ağladı.
Parça parça etti yüzünü ay.
Gönlüm arkandan kan bağladı.

Öyle bir yere gittin ki bu sefer,
izinin tozu bile belli değil.
Ne kadar da kanlıymış gittiğin yol!

26 Ekim 2008 Pazar

Bir olur mu?

Günlerden bir gün, azizim,
yolda birbirlerine rastlamışlar,
birlikte yolculuk etmişlerdi,
bir Kürt, bir Maraga'lı, bir Reyli,
bir de Rum ülkesinden biri.

Bir olur muydu atlas kumaşla kara çul?
Elbet yollar ayrıldı bir gün,
her biri kendi yurduna gitti.

Ne diyelim?

Biri geldi, Hoca Senai öldü dedi.
Yabana atılır bir er değildi ki, omuz silkelim.
Saman çöpü değildi ki, uçtu diyelim.
Su değildi ki, soğuktan dondu diyelim.
Tarak değildi ki, bir saç teli kırdı onu diyelim.
Buğday tanesi değildi ki, toprakta kayboldu diyelim.

Deli Aşk

Diyorlar aşk deli.
Ama biz zırdeliyiz.

Tek bir aşka tutulmuşuz yani,
yani senin aşkına tutulmuşuz.

Dün Gece

Ne güzel geceydi dün gece, ne güzel geceydi:
Onunla sarmaş dolaş, dudak dudağa,
talih kapısı ardına kadar açık,
güneş kucağımızda.

Ne güzel geceydi dün gece, ne güzel geceydi:
Şarap tasını her sunuşunda
diyordu aklını başına al.

Hani dün gece aklın da tam sırasıydı ya!

Sende gördük

Biz senin gözlerinde gördük
arslanlara meydan okuyan o ceylanı
Başka bir ovası var o ceylanın bugün
iki cihandan da dışarı